Kitabın kapağına bakar bakmaz tanıdım kendimi, elleri ardında, bakışları şaşkın, ortada öylece duran oğlan çocuğuna benziyordum ben. Onun renkli elbiseli, bol tokalısı; durgunluğu hanım hanımcıklık diye adlandırılan çocuklardan biriydim işte. Ama sadece hiç görmediğim ülkelerin prenseslerine benzetilmeye devam etmek için kaçınmıyordum büyük hareketlerden, işin açığı gönlüm de yoktu hoplayıp zıplamalara pek.
Yaş aldıkça da değişmedi huyum, oturmayı, hele otururken usulcacık kayarak uzanmayı hayli severim. Sizi aniden park gezilerine çağırırsam da şaşırmayın, bir ağaç gölgesine uzanıp bulutları izlemeyi önereceğim bellidir çünkü.


İnsan pek değişmiyor işte, atasözlerine başvurmadan da söyleyebiliriz sanırım bunu. Kasırga Kız örneğin, doğduğu gün gri göklerden kasveti ödünç almamış da şimşeklere eşlik eder gibi tanışmış sanki dünyayla. Emeklemiş, adımlamış; seslerden hecelere, hecelerden kelimelere genişlemiş dili, emziği kenara bırakıp çatal kaşığı tanımış elleri. Tek bir şey değişmemiş o büyürken, evet, tükenmeyen enerjisi. Evin her bir köşesi izleriyle dolmuş, anne ve babası onun hızına yetişebilmek için o uçtan o uca koşturup durmuş. Kasırga Kız büyüdükçe büyümüş onların da neşesi.
Ve “rüzgâr gibi koşmak isteyen” bu kızın yolu Sünger Oğlan ile kesişmiş bir gün.
Doğduğu günün sıcaklığında mayışmaya devam ederek büyümüş gibiymiş Sünger Oğlan. Ne emeklemek ne konuşmak için varmış acelesi, büyümesine büyümüş elbette ama, takvimi hızlandırmaya hiç yokmuş mecali. Onun olduğu yerde şaşmazmış düzen, koltuk minderleri yerinde, masalar nizami. En iyi bildiği şeyi yapmış büyürken, bir kenarda oturup dikkatle etrafı izlemeyi. Anne babasının mahcup gülüşlerini çoğaltmış dünyayı görüşüyle.
Ve “varlığıyla yokluğuyla bir” bu oğlanın yolu Kasırga Kız ile kesişmiş bir gün.
Bir gün, bir parkta.


Kaygıları, neşeleri, bakışları, giyimleri kuşamları, koşturup duruşları, donakalıp susuşları ve hatta hayvanları bile apayrı bu iki çocuk ne konuşur? Neyler de bir banka sığışır? Nasıl oynar, nasıl susar? Kim ileri, kim geri adımlar da bulunur orta yol? Kendini ve kendinden farklı olanı tanımanın haritası bu parkın neresine düşer? Ya da en başa dönelim, bir ağaçla rüzgârın arkadaş olması mümkün müdür? İnsan pek değişmiyor işte dedim ama, o ‘pek’in sınırları nerede başlar, nerede biter?

Kasırga Kız ve Sünger Oğlan, bir tanışma öyküsü. Koşturup durarak hayata çağıran bir kızla onu olağanca dinginliğiyle izleyip kaydeden bir oğlanın tanışması da değil bu sadece, önce kendinle, başkasında tanışmak biraz da. İlla ana babamıza benzemek zorunda mıyız ya da biz evimize, evimiz bize, sorusu. Ve bir başka soru: Hep aynı mı oluruz, aynı şeyi hep şaşmadan mı yaparız? Ve diğerleri: Doğdumuz gündeki gibi mi anılır özelliklerimiz her daim? Saçımız başımız, boyumuz kilomuz değişir de huyumuz suyumuz sabit midir? İnsan kendine benzeyeni mi sever, sahiplenir sadece? Kahramanları gibi küçük okurları için bir sürü sorusu var bu kitabın. Ve en hacimlisi şudur bence: Arkadaşlık bizi nasıl büyütür?

Kasırga Kız ve Sünger Oğlan, ILAN Brenman tarafından yazılıp Lucia Serrano tarafından resimlenmiş. Karakterlerin tüm duygularına eşlik ettiren, koşturup dururken hızlı hızlı solutan, utanıp sıkılırken yanak kızartan çizimleri çok sevdim. Melissa Gençay’ın çevirdiği kitabın yayıncısı İlksatır Çocuk. Çeviride akıcılığa engel olan birkaç cümle olduğunu düşünüyorum, bunu da bir okur notu olarak eklemek istedim.