Bu yazı, bir anmadır. 3 Haziran 2025’ten, 3 Haziran 1963’e; Nâzım’a. Nâzım’ın şairliği, şiir tarihimizdeki yeri tartışmaları -dürüst olmak gerekirse- hayli uzağımda, zira onu iyi şairliğiyle değil, Nâzım’lığıyla seviyorum. Tüm yazıp çizdikleri, mücadelesi, yılgınlığı, umudu, çaresizliği, ışıldayan fikri ve hepsine kızgın olduğum hatalarıyla. Bu yazı, bir anma, en çok da çocuk gülüşleri içindeki fotoğraflarıyla anımsadığım Nâzım’ı, çocuklar için masallarıyla…
Orman Cücelerinin Sergüzeşti, bir masal dizisi. Nâzım’ın masallar boyunca yinelediği gibi, iyi tanıyoruz onları, mini mini boyları, ama çocuk değiller. İnsanlar onların yanında kocaman devler gibidir, hatta “en uzun boylu bir orman cücesi parmak çocuktan bile çok küçüktür.” Bu yüzden saklanırlar ormanın derinlerinde, yaprakların altında, çalıların dibinde. Belki bize benzemez bedenleri ama sen, ben, biz gibidirler, hepsinin suyu farklıdır birbirinden, adlarını da alırlar karakterlerinden. Zıpzıp, Sakallı Dede, Tekdiş, Acar, Fırdöndü… Bazen de mesleklerinden elbet, ressamlarının adı Fırça, fedakâr mı fedakâr doktorlarının adı Merhem Kutusu’dur mesela, bazen memleketlerini taşırlar kimliklerinde, adları olur Çin-Ka-Çi.

Evet, ürkerler insanların en miniğinden bile ama korkak bellemeyin onları, meraklı ve cesurdurlar, türlü sergüzeşt geçer başlarından. Şöyle anlatılır kitapta çocuklara armağan maceraları: “Seyahatleri esnasında orman cücelerinin başından birçok sergüzeştler geçer. Bu sergüzeştlerden bazıları eğlenceli, gülünç; bazıları ise hazin şeylerdir. Fakat, orman cüceleri kendi başlarından geçen sergüzeştlerin insanlarca bilinmesini istemedikleri halde, insanlar bu sergüzeştleri öğrenmişlerdir. Ve bu sergüzeştleri kocaman bir kitaba yazmışlardır. Lakin, orman cücelerinin başlarından o kadar çok şey geçmiş, onlar o kadar çok iyi ve fena günler görmüşlerdir ki, bütün bu maceraları, değil bir kitaba, yüzlerce kitaba bile sığdırmak kabil olamaz.”

Bu sergüzeştleri, arkadaşlarının tüm gizlilik çabalarına karşın, her anlarını hatıra defterine yazan Yusufçuk’tan dinler, öğrenir çocuklar. Yusufçuk süslü mü süslü, giysilerine ihtimamlı, tüm arkadaşlarının dikkati çeksin ister frağı, şapkası. Çoğu cüceye göre korkaksa da kendisine göre sadece ihtiyatlı. Bazen kendisinin planladığı sergüzeştten kaçınsa bile sözünün eri sayar adını. Ucunda arkadaşlarını eğlendirmek varsa kaçınmaz küçük beyaz yalanlardan. Herkes tembel diye ayıplarken onu, o her anın kaydını tutmak için hatıra defterine harıl harıl notlar yazar, çalışıp yorulan dostlarına keyif vermek için şarkılar mırıldanır. Söz dinlemez, inatçı, dediğim dedik hatta, her şeyin en doğrusunu o bilir, her şeyin en iyisi onda. Başkasında gördü mü kendi özelliklerini iğneli dili. En akıllı, en hızlı, en zevkli, en cesur o, kendisine göre; iyi saydığı ne varsa sadece kendisinde. Okurunu bazen kızdırır, bazen güldürür, bazen ondan taraf olur üzülürsünüz uğradığı için haksızlığa, bazen de kendinizi söylenirken yakalarsınız “Ah be Yusufçuk! Biraz çabalasan sen de!” Orman cücelerinden biridir işte Yusufçuk, sen, ben, biz. Hem kızıp hem çok sevdiğimiz arkadaşımız. Hem anların kaydını tutmayı bunca sevdiği hem de anlatmaya böyle istekli ve yetenekli olduğu için pek şanslıyız. Yoksa nasıl bilirdik orman cücelerinin köpekbalıklarından nasıl kurtulduğunu ya da saraylarda salınıp ziyafet masalarına kurulduğunu?

Orman Cücelerinin Sergüzeşti’nin ilk baskısı 1932’de yapılmış, hapisteyken Nâzım, takma adla yayımlanmış kitap. 1932, takvimin bugünün çocuklarına çok uzak bir sayfası, ama o günün çocukları aşinadır sanırım anlatılan mekânlara, oyunlara; trenlerle, kızaklarla, vapurlarla çıkılan yolculuklara, şehir sirklerine, soba kurma telaşlarına, şelale ziyaretlerine. Bir deniz kazasından sallarla kurtulmanın yollarını, derin kuyulardan bahçedeki malzemelerde yapılan tahterevallilerle çıkmayı, iyi mızıkacılığın kurallarını, sirklerdeki fillerin sıkıntılarını da anlatmış çocuklara Nâzım… Ve tabii -en başta Yusufçuk olarak – orman cücelerinin her daim şamatalı diyaloglarının kıkırtısını. Bir masalda at arabasında, birinde kütük üstünde şelaledeler; mızıkacılığa bir dersin sonunda konser verecek kadar yetenekleri var, bir fili kirlendi diye yıkayıp yuğacak cesaret ve merhametleri. Üşüyorlar, acıkıyorlar, biraz fazlaca meraklı oldukları için ölümlerden dönüp korkuyorlar ama keyiflerini yerine getirecek bir şenlik bulmada hiç gecikmiyorlar. Şarkıları gür, adımları sık, eksilmiyor heyecanları, seslerindeki cıvıltıları. Gülmede ve güldürme çok ama çok mahir bu minik dostlar. Belki de bize en az benzeyen tarafları bu, çünkü insanların elinden alındı kayıtsızca mutlu olma hakları, gönüllerinin istediği maceraya atılma cesaretleri, mutsuzluk ve endişenin peşine hızlıca neşeyi katabilme yetenekleri. Her günümüz biraz da ‘az kalsın’la biten hazin bir macera ama bandomuz pek sessiz. O zaman ilham alalım orman cücelerinden, tükenmeyen sergüzeştlerinden, hiç vazgeçmeyişlerinden, dayanışmalarından, cesaretlerinden, neşeli laf ebeliklerinden, cıvıldaşan şarkılarından, doğayı minicik avuçlarının içi gibi tanıyışlarından. Selamlar size orman cüceleri, minik adımlarınız gezsin zihnimizde, yüreklendirin bizi sonsuz sergüzeştlere. Ve selam sana Nâzım, iyi ki yaşadın, söyledin, eyledin, var oldun. Var ol Nâzım.

Orman Cücelerinin Sergüzeşti, Nâzım Hikmet tarafından 1930’ların başında yazıldı. 2020’lerde her bir çizimi bir masal olan Ayşe İnan tarafından resimlendi. Her detayda bu ne şahane buluşma diye düşündüm, masalların masalı böyle söylenir belki. Ayşe İnan çizimlerine hayranlığımı her fırsatta dile getiriyorum, -elbette zor ama, olsun, dilektir- keşke çok daha sık görsem/k diyorum imzasını. BuKitabıÇokSevdim’i, henüz birkaç yazı yayımlanmış bebecik bir blog iken görüp ilk yorumu yapmıştı, bu yüzden de çok kıymetlidir benim için. Nâzım’la birlikte görmek tarifsiz sevindirdi beni bu yüzden.
Kitap yayına Filiz Özdem tarafından hazırlanmış ve yayıncısı Yapı Kredi Yayınları.

Bir not: Bu yazıyı, Nâzım Hikmet’in Masallar, Hikâyeler’indeki diğer metinlerle karşılaştırmalar yaparak, Orman Cücelerinin Sergüzeşti hakkında söylenenleri araştırarak yazmayı planlamıştım ancak hayat, işlerin dilediğimizce ilerlememesi demek biraz da. Yazıyı Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümünde yayımlamak istedim, fakat arzumdan vazgeçmedim, ilk fırsatta yazıyı daha kapsamlı bir metne dönüştürmek için çalışacağım.
Bir diğer not: Kitaptaki masallardan biri, Sarayda, yine Ayşe İnan tarafından resimlendi ve Nâzım Hikmet’in doğumunun 115. yılında, resimli kitap olarak basıldı. Başka bir yazıda ondan da söz edeceğim.