Bizim evde iki yatak, üç bisiklet ve dört koltuk var. Bolca kitabımız da var, ama balığımız yok. Ev büyükçe ama biz sığmıyor gibiyiz yine de. Ev arkadaşım, ben giderken de evde, dönerken de. Zaten yatağa arada bir geliyor, koltuklarda tırnakları törpülüyor, bisikletlere bakıp bakıp şaşırıyor; mutfağı güneşlenmek, salonu da pencereden sokağı izlemek için kullanıyor. Kitaplar en çok raflardan aşağı atarken hoşuna gidiyor. Balığımız olsaydı… Olamazdı. Piero ile Marcello’nun varmış işte, dememe kalmadı, uyudu.
Elimizde bir öykü var, öyküde bir ev. Evde bir mutfak ve bir oda. Odada yumuşak bir yatak. Salonda bir televizyon, kavanozda bir balık, kapının önünde bir bisiklet. Bir postacı, adı Piero, bir de gece bekçisi Marcello. Neyse ki günün bir gecesi bir de gündüzü var. Bu zamanlarda çalışacak farklı işler bir de.

Evet, bu küçük, şirin, biricik ev Piero ile Marcello’ya ait. Marcello gece sokakları gezdikten sonra şaşmaz bir dakiklikle, sabah saat tam 7’de kapıya yanaştırdığı bisikleti, işe gitmek üzere evden çıkan Piero’ya emanet ediyor. Yani evi biri gündüz, diğeri gece kullanıyor; şaşmaz düzen tıkır tıkır işliyor. Ta ki, kara kış bastırıp Piero hastalanıp erkenden döndüğü evde, Marcello’yu yatak döşek yatar halde bulana kadar. İnsan malum türlü türlü, huyu suyu birbirini tutmuyor, hele bir de hastaysa… Neyi izlemekten zevk aldığınızdan başlar liste, ne içmeyi sevmediğinize kadar uzar da uzar… İki insan bir evi pekâlâ neşe içinde kullanır da iki insan bir eve rahatça sığabilir mi? Aynı mı bu dediklerim sizce? Şaşmaz düzenler nasıl şaşmaz olur peki? Umut bazen radyoda çalan bir şarkıda mı?
“….Üzgün müsün? Ama niye?
Eğer benimle kalırsan…
Değişirim senin için.
Sihirli bir oyundur
Sımsıcak bir arkadaşlık.”

Belki de biz fazla evhamlıyız, gecede ya da gündüzde, hastalıkta ya da sağlıkta, şen kahkahalar yankılanabilir birbirine pek de benzemeyen iki insanın evinde. Eh, anlaşmak da bizim ne de olsa anlaşamamak da. Biz neşenin tarafında duralım, o biricik evi huzurla sarıp sarmalayalım. İyi fikir, Piero ile Marcello’nun hikâyesini okumaya bu ihtimallerle devam edelim, fakat ne diyor radyodan yükselen ses?
“Arkadaşım gitti
Sessizlik çöktü içime,
Yalnız ve suskunum…
Çabuk dön sevgili dostum
Senin bir eşini bulamam!”
Şarkı söyleyip dans ederken hayat ne âlâydı dostlar. Peki, bu şarkıda yankılanan sözleri de duyacak mı ev arkadaşlarının kulakları?

Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello, pek alışkın olmadığımız bir arkadaşlık hikâyesi. Arkadaşlık denen o iyileştirici gücün aslında ne zor, ne çatışmalı bir yolculuk olduğunu anlatıyor bu kitap. Kendinden taviz vermeden (ama vermeyi göze alarak belki de), kendin olmaya zorlamadan karşındakini ve ona benzemeye çabalamadan bir arada olabilmek zor iştir; keyifli anlar, peşinde koşmayı gerektirir. Piero ile Marcello işte bu zor yolu düşe kalka, tökezleyerek, vazgeçip ayrılmayı düşünerek adımladılar, hepimiz gibi. Dört yaşındayken insan, arkadaşı topu kendisinin attığı gibi atsın istiyor, resmi kendisinin boyadığı gibi boyasın. Olmayınca, ayağını yere vuruyor, seyrek kaşlarını çatmaya çalışıp bir iki kelime yuvarlıyor ağzında sinirle. Onlarda her yaptığına onay veren arkadaşını başının üstünde taşıyor, bir adım başka yöne sapanı defterden siliveriyor. Yirmilere gelince şaşmaz sandığı doğrularından söz ediyor, dünya onun yorumladığı gibi anlaşılsın istiyor, hayır efendim, onun onunla ne alakası var, diye diye söyleniyor. Bu kez, sorunların ayağını yere vurarak çözülemediğini öğreneli bayağı zaman olduğundan, uzun uzun tartışıyor, iyice kızınca başını yana savuruyor. Ee, ama arkadaşlarımızı seviyoruz. Hep, çok seviyoruz. Kabul, topu saçma sapan bir yerlere atıyor ama onunla sallanmak var ya işte o çok keyifli; o konuda düşündüklerinin akla sığar bir tarafı yok, zaten o kitap da onu anlatmıyor, ama güzel haberleri ilk onunla paylaşıp gülüşmenin tadı da hiçbir şeyde yok.

Piero ve Marcello hangi yoldan yürüdü acaba? Onların hoyrat yelleri mi esti başlarında yoksa otuzların olgunluğuyla mı konuştular arkadaşlıkları hakkında? Güne birlikte söylenen neşeli şarkılarla başlayabilmek, birlikteyken hayatı daha fazla sevmek ve daha fazla gülümsemek, ikisinin bir evinin rutini mi oldu, yoksa bu mutlu son bir hayal olarak asılı mı kaldı duvarda? Bilmem, okuru bilir bunun yanıtını. Piero ile Marcello’nun hikâyesi alışılmadık bir arkadaşlık hikâyesidir, çünkü arkadaşlığın her zaman sakin sularda huzurla, neşeyle yüzmek olmadığını da fısıldar okuruna. Anlamak, dinlemek, evet, gerektiğinde çatışmak, ama karşındakini de kendini de tanımak için sabır göstermek, çözüm aramak, çare bulmak, konuşmak, dertleşmekle kurulanın kıymetini parlatır şarkılarla. Konuş ve dinle, gör ve anla, sarıl dostuna, aslında her şey bu kadar basit işte, diyor bu kitap. (Neyse ki benim ev arkadaşım yiyecek içecek seçmiyor, her yerde uyuyabiliyor ve mırıldanmakla yetiniyor!)
Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello, Lodovica Cima tarafından yazılıp Gabriel Clima tarafından resimlenmiş. Ceylan Özçapkın tarafından çevrilmiş ve Nesin Yayınevi tarafından yayımlanıyor. Kitabın çizimlerinden, özellikle Piero’nun elbisesindeki bol pullu kolajlardan, cümle perspektif kaidesinin hayal gücünden yana bükülmesinden çok hoşlandım.

Lütfen yazmaya devam edin, sayfanızı çok beğendim.