Soğuk bir kış akşamında karlara bata çıka yürüyen Kurt açlıktan kıvranmakta, peşi sıra sürüklediği kızağı her adımda ağırlaşmakta. Kolunda bir altın saat ay ışığında parıl parıl parlamakta. Ama yetmiyorken bu parıltı hissettiği çaresizliği azaltmaya uzaklardan bir ışık gözüne çarpmakta.

Çiftlik evinin ışığıdır bu gördüğü. Evin yanında bir ahır, ahırda saf mı saf bir kuzu. Kurt işinin ehli, ürkütmemek için bu miniği takınır en kibar halini. “Açım” der ağlamaklı. Beriki yulaf, ekmek, saman sunar davetsiz misafirine. Elinde ne var ne yoksa hepsini işte. Ve ekler usulca, “Reddediyorsan eğer samanı, yeterince aç değilsindir”. Gecenin bir vakti gelen davetsiz misafirini doyurmak için çabaladıkça o, Kurt usulca ilerler Kuzu’nun yatağına doğru. Bir küçük tehdit savurur Kuzucuk dostlarına güvenip. Kurt aç, Kurt saman sevmez, yulafı ağzına sürmez ve madem hayaline bu ahırda kavuşamayacak, eh Kuzu da biraz safça… Uzaklarda bir ziyafet fikri düşer aklına. “Gel” der Kuzu’ya, “kızakla kayalım, sana deneyimlerimden söz edeyim.” Saf Kuzu anında geçirir çizmelerini ayaklarına, atar atkısını boynuna. “Sen bir şairsin, beni de Deneyimler Ülkesi’ne götür” der afili laflar etmede hünerli celladına.
Yolculuk boyunca Deneyimler Ülkesi aşağıya, Deneyimler Ülkesi yukarıya… Kuleler var mı? Çeşmeler, parklar? Ya çimenler? Her şey Kurt’un zaman ölçen önemli şeyi gibi altından mı? Kuzu’nun saflığı göz yaşartan cinsten. Orman çok ürkütücü geliyor ona, iyi ki yanında Kurt var. Ama arkadaşının açlığı da içine dert olmakta, Deneyimler’e gitseler de Kurt bir şeyler yese… Şarkılar türküler eşliğinde devam ederlerken yolculuğa, Kurt uygun yeri bulduğunu düşünüp durduruyor kızağı. Saf minik, hala Kurt’ a yiyecek bulma derdinde. Ama dertli olmak da işe yarıyor bazen. Buza delik açıp balık tutmasını öneriyor arkadaşına. Gittikçe zenginleşen bir menü mü? Eh, Kurt’un canına minnet. Sonrası biraz buz, biraz su, bolca cesaret. Ve Deneyimler’e doğru ilerleyen bir kızak. Ürkütücü ormanda yeni bir ışık, bir yeni macera. Yönü değişen tehlikeler. Sıcak bir yatakta birbirine karışan rüyalar. Keşfetmek hiç tanımadığın duyguları. Tadına varmak dostluğun…

Kurdu Kurtaran Kuzu soğuk ormanın koynundaki o sıcacık yatak. Dostluk ve cesaret üzerine bugünden ses veren çok eski bir masal. Hayli tanıdık adımlarla ilerlemesine rağmen çok keyifli bir yolculuk vaadi. Ben bir çocuk oyununu izler gibi okudum bu öyküyü. Hatta kimi zaman Kuzu’nun uçlarda gezinen saflığından endişe duydum, Kurt’un gözü dönmüş kurnazlığından. Maritgen Matter öylesine tadı damakta kalan diyaloglar yazmış ki, okumaya karakterleri seslendirmeden devam etmek çok zor. Jan Jutte ‘nin çizimleri bir içim su. Sadece siyah, beyaz ve kırmızı kullanarak böylesi etkileyici ve bütünleyici resimler yapmak da mümkünmüş demek. Ödülleri sevmem ama bu kez sevinerek bahsedeceğim: Kitabın arka kapağındaki bilgiye göre, Kurdu Kurtaran Kuzu’ya , 2004’te Almanya’da “anlatım ve resmin ustaca birleşimi bu kitabı gerçek bir sanat eserine dönüşmüştür” denilerek Gençlik Edebiyatı Ödülü verilmiş, sonuna dek hakkıdır bence.
Bu Kitabı Çok Sevdim’de hangi çocuk kitaplarını sevdiğimi uzun uzun anlatıyorum ya, bu kez “Kurdu Kurtaran Kuzu gibileri” demekle yetineyim.
Kurdu Kurtaran Kuzu, Maritgen Matter tarafından yazılıp, Jan Jutte tarafından tarafından resimlenmiş. Çevirisi Münire Turan ait. Kitabın böylesine zevkle okunmasında bu başarılı çevirinin payı çok büyük bence. Kitap Nesin Yayınevi Çocuk Cenneti Kitaplığı’ndan.