Portakallar turuncudur. Çilekler kırmızı. Gökyüzü mavidir. Çimenlerse yeşil. Güneş sarıdır. Topraksa kahverengi. Yarasalar siyahtır… Öyle mi diyorsunuz? Henüz kahramanımızla tanışmadınız öyleyse. Karşınızda başında kukuletası, yüreğinde siyah olma özlemiyle, beyaz yarasa: Pudra.

Güneş batıp gün bizim için bitmiş sayılırken, okuldan, işten yorgun argın eve dönerken; tepetaklak uyunulan mağaralarda gözlerini açan, yolculuğa çıkmak için kanatlarını geren canlılar var biryerlerde. Birkaçını takdim etmeme izin verin onların: Karais, Kurum, Zeytin, Duman. Bir de isimlerini geceden alan bu arkadaşlardan çok daha heyecanlı biri var aralarında: Pudra. Kafasında kırmızı, beyaz çizgili kukuletasıyla akça pakça, güleç bir yarasa. Pervaneden yana hiç sıkıntı çekmeyip, karınlarını bir güzel doyurdukları gecenin sabahında gölde kendi yansımasını görür Pudra. Yarasadan çok kartopuna benzemektedir. Ah, o Pudra’ya farklı olduğunu hatırlatıp duran yansıma! Arkadaşlarıyla çok mutludur ama onlara benzese ve o da siyah olsa herşey çok daha güzel olmaz mı yani? İşte bu soruyla başlar beyaz yarasanın macerası. İlk durağı koruluk bekçisinin kulübesidir. Bacadan çıkan dumanlarla siyaha boyanır tüm vücudu ama zamansız yakalandığı yağmurla sevinci kursağında kalır. Yılmaz Pudra; yerde bulduğu karga tüylerini bağlar vücuduna ama dengesini sağlayamadığı için bir ağaca çarpar ve karga tüylerinin hepsi ortalığa dağılır. Pudra anlar ki, o beyaz bir yarasa. Arkadaşları gibi siyah olabilmesiyse hayli zahmetli. E, koca dünyada elbette vardır onun renginde dostlar… Mesela rüzgarda salınmaca oynayabilirdi papatyalarla, arılar üstüne konmaya çalışıp korkudan ödünü kopartmasaydı. Bir hayli korksa da aramaktan vazgeçmez Pudra; ancak gün doğmuş uyku bastırmıştır, tam da o anlarda harika bir sürprizle karşılaşır. Bir evin bahçesinde ipe dizilmiş beyaz şeyler görür. Ne güzel bir tesadüftür ki, tıpkı yarasalar gibi asılarak uyumaktadır bu beyaz şeyler. Yanlarına asılıp Pudra da dalar uykuya, rüyasında oyunlar oynamaktadır yeni dostlarıyla. Bir insan, arkadaşlarını alıp sepete dolduruncaya kadar sürer bu rüya. Canını son anda kurtardığını düşünüp hızla uzaklaşır oradan. Sonra yeni bir arkadaş bulur; uçarlar birlikte hatta, yeni arkadaşı çöp süpürgesiyle tanışana kadar… En sonunda bembeyaz tavşan yavrularıyla tanışır Pudra. Üstelik oynamak isterler onunla. Hoplarlar, zıplarlar… Hoplarlar, zıplarlar… Haliyle gün bitirken yorgun argın uykuya dalarlar. Onlara ayak uydurmak bir yarasa için çok zordur. Oysa arkadaşları yanında olsa günün en güzel saatleri ne keyifli geçerdi onun için. Ama beyaz bir arkadaş bulma umuduyla o kadar uzun bir yolculuğa çıkmıştı ki Pudra, yuvasına nasıl döneceğini bilmemektedir. Yolculuğunun en güzel armağınını işte o anda alır; arkadaşlarını özleyip, umudunu yitirmeye başlarken. Dostları onu aramaktadır. Bembeyaz bir yarasayı gecenin karanlığında bulmak pek de zor olmadığından kavuşurlar. E, beyaz olmak harika bir şeydir ne de olsa.

Farklı olanı hayvanların dünyasında anlatmak çocuk kitaplarında sık karşılaşılan bir tema, biliyorum. Farklının, durumunu reddedip “aynı olmak” için yolculuğa çıkmasına, bu yolculukta edindiği tecrübeyle farklılığıyla barışmasına aşinayız yani. Bu yolculuk genellikle aynı olanlar tarafından dışlanmasıyla tetiklenir, yolculuk duraklarında farklılığıyla barışması yönündeki telkinlerle sürer, sonunda da aynılara dönüp farklılığının ne kadar değerli olduğunu anlatabildiği bir ders vermesiyle sona erer. Rengini Arayan Pudra, sonraki sayfayı tahmin ettiğimiz o ders veren hikayelerden biri değil. Pudra’yı farklı kılan ilk önce cesareti bence. Dışlandığı, mutsuz olduğu ya da mecbur kaldığı için değil ne yapmak istediğini bilip yola koyulması; kimsenin tecrübesine, büyük büyük sözlerine ihtiyaç duymadan ilerlemesi, deneyerek, yenilerek ve asla pes etmeyerek araması. Kendi hikayesini kendisinin yazması yani. Siyah olmanın imkansızlığını kavrayıp, beyaz arkadaşlar aramak için yuvasından uzaklaşması çok cesurca geldi bana. Etrafında dönen dünyaya benzemek yerine, kendine benzeyenlerle yeni bir dünya kurma peşine düşmesi… Bu yolculuğun sonunda da evinin en güvenli yer olduğunu ve oraya dönmesi gerektiğini düşündürten bir ders almadı/vermedi. Yuvasında mutlu olduğunu ve çok eğlendiği arkadaşlarını özlediğini farketti sadece. Rengi onlardan farklıydı hepsi bu, yeri onların yanıydı. Rengini Arayan Pudra, “ Ben neden farklıyım?”, “Kiminle arkadaş olabilirim?” gibi sorulara cesur bir yolculukla samimi yanıtlar vermiş. Kitabı yazan ve resimleyen Betül Sayın’ı ilk olarak Köstebek Kuki, ardından da 5 Çocuk 5 İstanbul’daki harika resimleriyle tanıdım. Rengini Arayan Pudra’da da yine sıcacık resimlerle buluşturmuş okurunu. Özellikle Pudra’nın beyaz çamaşırların yanında uykuya daldığı andaki ifadesini çok sevdim. Gülümsediğinde okuru da gülümseden, hüzünlendiğinde gidip başını okşama isteği uyandıran çok “yakın” karakterler yaratıyor bence.
Betül Sayın tarafından yazılıp resimlenen Rengini Arayan Pudra, Günışığı Kitaplığı tarafından yayınlanıyor.
“Kanadı Küçük, Özlemi Büyük Kukuletalı:Rengini Arayan Pudra” için bir yorum