Uzunca bir aradan sonra merhaba!
Bu kez çok sevdiğim bir kitaptan söz etmeye gelmedim. Yaz tatili yeniden buluşmaya vesile olsun istedim ve hafta boyunca hakkında daha önce detaylı tanıtımlar yazdığım kitaplardan oluşan derlemeler paylaşmaya karar verdim. Okumak zaman ve mekândan bağımsız olsun isterim elbette, ama biliyoruz ki her gün biraz daha ısınan hava, sarı-turuncu gölgeler, deniz hayali, akşamüstü hışırdayan ağaç dalları okumak için yüreklendiyor insanı.
Yine biliyoruz ki, geçmişin kapısını azıcık aralayınca (ister geçen yıl, ister 30 yıl öncesi olsun bu geçmiş -öyle ya, herkesin geçmişi kendine.) yaz tatillerinin kokusu karşılıyor bizi. Zaman daha yavaş akıyor, günler uzuyor, keyif de peşlerinden adımlıyor.
Gülümseyişimiz yaştan bağımsız olarak azaldığı günlerde, hepimizi azıcık da olsa ferahlatacak bir minik buluşma olsun istedim aramızda bukitabicoksevdim.com’un okurlarıyla. Hafta boyunca farklı yaş gruplarından okurlar için derlemeler yapacağım; bilim ve sanat temalı kitaplardan söz edeceğim veee ipucu, gizemi bol macera kitaplarını elbette es geçmeyeceğim. Bugün okul öncesi dönemde, 3 yaş ve üzerindeki kitap dostlarının sevebileceğini düşündüğüm kitaplardan söz edeceğim. Her bir kitabı kısaca tanıtacağım, ilginizi çeken kitaplar hakkında daha çok okumak isterseniz ilgili bağlantıya tıklamanız yeterli olacak. Haydi başlayalım.
Memo ve Ay
İlk durağımız Memo’nun evi. Memo, bir küçük oğlan. Evler, insanlar, ağaçlar; her şey kocaman onun yanında. En çok da hayaller! Evlerin eğri büğrü, yolların yamru yumru olduğu o yerde; çocuklukta yaşıyor. Hayali çok Memo’nun, merak biricik yoldaşı. Annesini çok seviyor bu küçük oğlan ve bir hediye vermek istiyor ona. Annesi gibi eşsiz olacak bir hediye! Sağa bakıyor, sola bakıyor, hayallerinde arıyor onu. Memo koca yürekli bir oğlan. Arayıp tarayıp, düşünüp taşınıp karar veriyor hediyesine. Kalıyor geriye çözülmesi gereken bir ‘küçük’ sorun: Nasıl ulaşmalı göğe? Değil mi ki yolculuklarda büyür insan, öyleyse adımla Memo, hepimiz için yeniden keşfet Dünya’yı; piramitleri, gemileri, dağları ve denizleri. Elbette en çok da sonsuz hayalleri. Memo ve Ay, Alice Briere- Haquet tarafından yazılmış, Celia Chauffrey tarafından resimlenmiş. Sumru Ağıryürüyen tarafından – Küçük Prens’ten aşina olduğumuz o enfes diliyle- çevrilmiş ve Mavibulut Yayıncılık tarafından yayımlanıyor.
Memo ve Ay hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2014/11/21/memo-ve-ay/
Petra
Ayağımızın altında taşlar var, suyun dibinde de. Camdan bakıyoruz diyelim ki, evet, karşıdaki tepeler onunla yükseldi, tepelerin üzerindeki biçimsiz konutlar da. O, her yerde. O. Petra. Bazen minicik, bazen kocaman, ama hep orada öylece duran. Belki cebimize doluşup sokaklarda turlayan. Yaz günü denizde aksi aranan. Zamanın tanığı. Hepimizden uzun yaşayan. Hep aynı ve her daim farklı. O. Petra. Petra, bir minik taş parçası, çağların tanıdığı, maceramızın yoldaşı. Petra. Kendisi gibi hikâyesi; gösterişsiz ve alabildiğine anlam yüklü. Petra, Marianna Coppo tarafından yazılıp resimlenmiş, Esin Pervane’nin Türkçeleştirdiği kitap Nesin Yayınevi tarafından yayımlanıyor.
Petra hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2021/06/23/hep-orada-ve-simdi-yaninda-petra/
Mavi Kurtlar Kenti
Evet, ben onlardanım, yollarda dosdoğru yürüyemeyenlerden. Bir şarkı, bir ıslık, mini mini kıpırdanmak, aniden kıkırdamak benim işim biraz. Ve hayır, bu öykü benim hakkımda değil. Pek de uzak sayılmaz ama bana, sonuçta yakın bir arkadaşım hakkında. Arkadaşım bir kırmızı kurt ve o gün ıslık çalarak bir kente girmiş. Bisikletiyle. Arkadaşım kırmızı kurt, kırmızı bisikletiyle bir kente girmiş, dudağının kenarında bir ıslık. Tekrar edince de her şey normal gibi ama işte girdiği bu mavi kentin sakinleri için hiç de normal değilmiş bu ziyaret. Çünkü onlar alarmları aynı saatte çalan şaşmaz düzenin neferleri, değişmez listelerin ve kuralların pirleri, aynı şekilde yaşamaktan haz duymanın savunucuları; sağları solları, kalemleri kağıtları, kentleri, kendileri -ve hatta çişleri bile- mavi bu kurtlar, elbette sürprizleri hiç mi hiç sevmezmiş. Yanıtlanmayı bekleyen sorular cirit atmış akıllarında: Bu kıpppkırmızı yabancının massmavi kentte ne işi var? Mavi Kurtlar Kenti, yetişkinlikle çocukluğun, gülmekle somurtmanın; kuralcılarla kuraldışıların, binalara hapsolanlarla sokaklarda cıvıldaşanların öyküsü. Okurunu ıslık çalmaya yüreklendiren kitabı Marco Viale yazıp resimlemiş, Nilüfer Uğur Dalay tarafından çevrilen kitap Çınar Yayınları tarafından yayımlanıyor.
Mavi Kurtlar Kenti hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2019/02/07/mavi-kurtlar-kenti/
Mantova’nın Cüceleri
Günün birinde bir yazar ile bir grup çocuk Gonzaga Hanedanlığı’nın hüküm sürdüğü Mantova Düklük Sarayı’nı ziyaret etmiş. Gezip görmekle kalmamışlar ama döner dönmez evlerine bir masal yazmışlar bizler için. Sayfalarında cüceler, sayfalarında devler varmış bu masalın. Mantova’nın Cüceleri’ni anlatmışlar uzun uzun, gölgelerin boyuna kanmayalım, cesur olmaya niyetlenmekten hiç vazgeçmeyelim diye. Büyümenin sırrını aramak üzere Mantova şehrinin yollarını arşınlayan Fasulyecik, Olimpos’a tırmanan devlerle tanışmış, inanabiliyor musunuz? O devler ki, tanıdığı herkesten daha uzun, daha heybetliymiş; büyümenin bir sırrı varsa elbet onlardaymış. Devler dinlemiş bu minik gezgini ve sonunda inletmişler sarayı: “Cücesin çünkü cüce evinde yaşıyorsun.” Ezildikçe ezilen cücelerin birbirlerine sarıldıkça güçlenmeleri hakkındadır bu masal, dostluk, cesaret ve dayanışmaya güvenmenin büyüttüğü hayaller hakkında bir de. Mantova’nın Cüceleri, büyük hikâyeci Gianni Rodari tarafından yazılıp, her sayfayı tarifsiz bir şölene çeviren Margherita Micheli tarafından resimlenmiş. Çevirisi Filiz Özdem’e ait kitap Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor.
Mantova’nın Cüceleri hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2014/06/02/mantovanin-cuceleri/
Öpücük Ne Renktir?

Hayvanlar, renkler, günler ve bir şeyleri çok sevmeler hakkında sorularınız mı var? Çekinmeyin, Monika’ya danışın, hemen yanıtlayacaktır. Monika kim mi? Bilirsiniz işte, Minimoni canım. Hani çiçekleri sularken onlara güzel şeyler fısıldayan, annesinin öykülerini ve resim yapmayı çok seven, kırmızı bisikletli kız. Renkleri öyle güzel anlatır ki, doyum olmaz sohbetinin tadına. O anlatıkça dolanır zihninizde yerler, nesneler, mevsimler, yemekler, giysiler… O güzelim bal da sarıdır, bazen çok acımasız olabilen arılar da; leziz keklere ne de güzel yakışır pembe ama prenses, peri kostümlerinde gına getirir bize. İnsanların renklere atadığı anlamlar bazen külliyen saçmalıktır. Ayrıca her rengi de sevmek zorunda değiliz ki! Minimoni ile sohbetinizde öğrenirsiniz ki, renkleri anlamlandıran bizde yarattığı duygudur. Monika, renklere, duygulara, anlamlara, resme dair her şeyi bilir, bir şey hariç: Öpücük ne renktir? Öpücük Ne Renktir?, Rocio Bonilla tarafından yazılıp resimlenmiş, Müren Beykan tarafından Türkçeleştirilmiş ve Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanıyor.
Öpücük Ne Renktir?, hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2017/10/11/opucuk-ne-renktir/
Oliver
Oliver yaşıtlarına pek benzemiyor, onlar gibi koşup oynamakta hiç gönlü yok. Yapabildiklerini çevresindekilere izletmek için can da atmıyor, etrafında biri olsun diye yanıp tutuşmuyor da. Yaşıtlarından biraz farklı, aslına bakarsanız herkesten farklı. Ve mutlu. Kendi dünyasında, arkadaşlarıyla. Arkadaşlarının konuşup konuşamaması onun umrunda değil. Oliver, güzelim aklında uçsuz bucaksız bir dünya kurmuş, serüvenden serüvene koşuyor. Dağlar aşıyor, nehirler geçiyor, amansız tehlikelerle boğuşuyor, bazen de mola verip keyif çatıyor. İşte o serüvenlerden birinde yönünü şaşıran bir top, Oliver’ı tıpkı kendisi gibi bir başka ‘herkesten farklı’nın, Olivia’nın hayatına sokuveriyor. O güne dek hiç aklına düşmeyen serüvenler de tam orada başlıyor. Çok zeki, çok cesur, çok nahif bir çocuğun hikâyesi bu, hayal gücünün sınırsızlığına sandalyelerin altında kurulan kocaman dünyalardan selam veriyor. Oliver, Birgitta Sif tarafından yazılıp resimlenmiş. Aslı Motchane tarafından çevrilmiş ve Kır Çiçeği Yayınları tarafından yayımlanıyor.
Oliver hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2015/01/02/oliver/
Rüzgârın Üzerindeki Şehir
Her gün öncekinin aynı, okuldan eve evden okula mı? Market orada, berber şurada mı? Durakta, otobüste hep aynı yüzlerle mi karşılaşıyorsunuz? Aynı teyze mi o camdan bakan? Köşeden el sallayarak gelen de her sabah aynı noktada karşılaştığınız çocukluk arkadaşınız mı? Üst komşunuz, alt komşunuz ve hatta köşedeki kedi bile hep aynı mı? İşte o kasabada da hayat tam da sizinki gibiydi. O davetsiz misafir kapılarında uğuldayana kadar. Uğuldayana kadar, evet. Ve hatta, her birini katıp yamacına göklerde süzülmeye devam edene dek demeli belki. Gökte dans eden toplar, mektuplar, ekmekler, sallanan sandalyeler gördünüz mü hiç? Behiç Ak ile tanışınca görürsünüz. Görürsünüz görmesine ama sormaz mısınız bu insanlar gökte mutlu mu diye? Sorarsınız elbet. Daha fazlasını da sorarsınız. Dünya’yı gezdiler ama dost olabildiler mi dünya halklarıyla? Şenlikler düzenlendi mi adlarına? Nasıl karşılandı yolculukları; sevdi mi insanlar onları, korktular mı onlardan? Bilmiyorum bu soruların yanıtını, tek bildiğim bu minik kasabanın insanları bizlere, yolculuklarının tanığı olan okurlara, rüzgârın sesinde gizlenmiş bir sır armağan ettiler, dikkatle dinleyenlerin işittiği: Hayal gücünün sınırı yoktur. Rüzgârın Üzerindeki Şehir, Behiç Ak tarafından yazılıp resimlenmiş ve Can Çocuk tarafından yayımlanıyor.
Rüzgârın Üzerindeki Şehir hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2014/04/25/ruzgarin-uzerindeki-sehir/
İncik Tom’un Sırrı

Günlerden bir gün adı uğursuzlukla anılan dükkânın önüne bir araba yanaşmış ve önceki kiracılarının akıbetini anımsayan mahalleli şaşkınca fısıldaşmaya başlamış. Sonraki günlerde fısıldaşmaların konusu, dükkânın yeni kiracısı Tom’un etlerinin tadı olmuş. Kulaktan kulağa yayılan övgüleri işiten mahallenin eski kasabı zihinlere kuşku tohumları ekmiş birer birer. Yeni kasap İncik Tom bir büyücü olabilir miymiş? Peki ya eşi bir cadı? Kaçak mıymış bu insanlar ya da iyi birer yalancı? Arka bahçeden yükselen kedi seslerine ne demeli? Fısıltılar homurtulara, homurtular planlara dönüşmüş ve bir gece baskınında İncik Tom’un sırrı mahalleliyi şaşkına çevirmiş. İncik Tom’un Sırrı her canlının yaşam hakkına saygı duymak gerektiğini bolca koşturmalı, keyfi hiç eksilmeyen bir maceranın içinden anlatan, okuruna yaygın kabullerin biricik doğru olmadığını fısıldayan, heybeye yeni sorular dolduran kitaplardan. Fulvia Degl’Innocenti’nin yazdığı İncik Tom’un Sırrı, Roberto Lauciello tarafından resimlenmiş. Ceylan Özçapkın’ın çevirdiği kitabın yayıncısı Nesin Yayınevi.
İncik Tom’un Sırrı hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2020/06/15/incik-tomun-sirri/
Büyük Sözcük Fabrikası
Okuyanı, seveni zaten çok biliyorum ama, burada söz etmemeye gönlüm elvermez. Dönüp dönüp okunası, duygusu asla eksilmez, cânım kırmızı kitap Büyük Sözcük Fabrikası. Sözcüklerin fabrikada üretildiği bir ülke düşünün. Konuşabilmek için sözcükleri satın almalı ve yutmalısınız. Yeterince paranız varsa nazik sözcükler, söylevler satın alabilirsiniz dükkânlardan. Eğer sözcük satın almak için paranız yoksa eski sahiplerinin artık işlerine yaramayan sözcükleri çöplüklerden toplayabilir ya da ucuz sözcükler bulabilmek için ilkbaharı bekleyebilirsiniz. Ki buralardan edineceğiniz sözcükler “tavşan poposu”, “vantrolog” gibi işe yaramaz sözcükler olacaktır genellikle. Ha, bir de havada uçuşan sözcükleri filenizle yakalamaya çalışabilirsiniz… Özgür de filesini sözcüklerin rüzgârına doğru sallayanlarda çünkü Cemile’ye aşık ama ona aşkını anlatabilecek sözcüklere sahip değil. Ve Cemile’ye olan hislerini koca koca harfler, uzun uzun cümlelerle anlatabilen, sözcüklerden yapılmış elbiseler giyebilecek kadar zengin olan Gürbüz var öte yanda. Özgür onun karşısında daha güçsüz, daha çaresiz hissediyor kendini. Tam pes etmek üzereyken de aşkını düşünüyor ve herhangi bir sözcüğe sahip olmadığı için ona gülümseyip duran Cemile’ye dönüp sıralayıveriyor elindekileri: “Kiraz! Toz! Sandalye!” Sahiplik ilişkisi, kıymet bilme, sözcüklerin değeri konularında parmak sallamadan çok önemli şeyler söyleyen Büyük Sözcük Fabrikası’nın yazarı Agnes de Lestrade, çizeri Valeria Docampo. Aylak Kitap tarafından yayımlanan kitabın çevirisi Çağıl Öksüztepe’ye ait.
Büyük Sözcük Fabrikası hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli: https://bukitabicoksevdim.com/2013/08/27/buyuk-sozcuk-fabrikasi/
Ne Olmalıyım?
Bahsedeceğim son kitabın baskısı yok, biliyorum. Daraltmak için bunca uğraştığım listede baskısı olmayan bir kitaba yer vermek pek makul bir tercih gibi görünmüyor, bunu da biliyorum. Ve bir de şunu biliyorum ki, tatil sadece tatil demek değil bu ülkede. Karneler var mesela, mini minicikken hayatımızın rotasını tayin ettiği düşünülen. Erken kariyer planları, her zaman çocukların bakım ve gelişiminde ana babaların yalnız bırakılmasının bir sonucu olmayan yaz okulları/kursları, geleceği parlak mesleklerin her sohbette daha da parlatıldığı gerçeği, yetişkinlerin uygun bulduğu hedeflere ulaşmak için kurulan baskı, neyi işaret ettiği belirsiz ‘ideal’in kurguları…
“Bu kitabı okuyan kişi,
Yaz şu sözü bir kenara:
Aslında iyidir bütün işler.
Sen zevk alacağın işi ara.”
diyen Mayakovski’yi hatırlamanın tam vakti demek. Söz ettiği her mesleğin gereklerini işlemiş dizelerine şair. Her birinin sonunda da demiş ki, o iyi, şu daha da iyi. Mühendis evin planını hazırladı, ne güzel, ama işçiler gerek o binayı inşa etmeye. Doktor olup çocukların ateşini düşürmek çok güzel, peki ya yattıkları hasta yatağını yapanlar olmasa? Fabrika işçiliği yoksa bunca makineyi kim yapar? İşçiler parçaları birleştirince atölyede, çok mutlular. Ama bu parçaları taşıyacak treni kullanmak daha da güzel. Herkes mutlu yani bu kitapta. Kimse kazanan, kaybeden değil. Pilot da mutlu, gemideki tayfa da. Ne Olmalıyım? Mayavoski’nin kaleminden, Maksut Köksal tarafından çevrilmiş, Cemal Karabaş tarafından resimlenmiş ve Neşeli Kitaplar tarafından yayımlanıyor. Kitabın baskı sorunu var ama internette biraz aramadan sonra bulunabiliyor.
Ne Olmalıyım? hakkında daha uzun bir yazı okumak, çizimlerine göz atmak isterseniz bağlantıya tıklamanız yeterli : https://bukitabicoksevdim.com/2013/10/17/ne-olmaliyim/
Yarın Okul Dönemi 7+ yaş derlemesinde görüşmek dileğiyle!