Pupa. Bir küçük kız çocuğu, bir yetişkin kadın. Çıkıyor evinden sabah, dönüyor evine akşam. Yürüyor gün içinde belki, belki bir salıncak bulup sallanıyor. Başka başka yollarda adımlıyor ve hep sabit kalıyor, bir yerde, bir duyguda. Göğe bakıyor Pupa, soru soruyor, anlam arıyor, kaçıyor bazen aradığından, bazen yaklaşıyor ona istemeden. Ama en çok korkuyor, çok korkuyor, illa korkuyor.
Pupa’nın bir paltosu var, kahverengi. Böyle söyleyince ismi cismi sabitlenir gibi oluyor ya aldırmayın. Her sabah aynı paltoyu giyiyor görünse de hep bir başka paltoya sarınıyor aslında. Kumaşı korkudan dokunmuş palto, büyüyor onunla, küçülüyor bazen sonra. Duyguyla, zamanla boydan boya. Pupa korkuyor, hemen her şeyden. Yalnızlıktan, sevilmemekten, özgür olabilme ihtimalinden, göğe çıkmaktan, yere çakılmaktan, sevilmemekten, takılıp düşmekten, bazen dümdüz yürümekten, iyi bildiği yollardan şaşıvermekten, aşina olduğu hayatın tepetaklak olmasından ya da bir milim dahi kıpırdamamasından, sevilmemekten, dünden ve yarından -ve çoğunlukla bugünden-, ileri gitmekten, geri gitmekten, bir ileri iki geri gitmekten, dünyanın kalanından, o kalandaki insanlardan ve onların yapıp ettiklerinden, elbette onlar tarafından sevilmemekten; tüm bu korkuların arasında bata çıka yürüyen, saplanıp kalan benliğinden.

Aslına bakarsanız, dünyada ne kadar zaman geçirdiğinin bir önemi yok Pupa’nın. Korkuları karşısında hep aynı boyda sıklıkla. Kimi zaman onları ne kadar uzun süredir taşıdığını hatırlıyor, büsbütün ağırlaşıyor yükü, kimini o anda tanımış oluyor da bir nebze daha hafif sanki. Korkuyor korkmasına ama bir yandan da arıyor Pupa. Bu hikâyeyi aydınlatan da o arama bana kalırsa. Duygunun mantığa yenilmesi gibi ezbere bir çözümden, korkuların kaynağını işaret eden bir akıl yürütmeden söz etmiyorum. Elena Ferrándiz, hayran olduğum diğer kitabı Malena’nın Aynası’nda olduğu gibi, yine duyguyla başlayıp duyguyla bitiyor öyküsünü, yine kasvetli ormanlarda kaygılarla yürünen yolların sonunu güneşli göklere doğru uzatıyor. Duygu ile akıl arasında mutlak karşıtlık kurmayan, olumsuzlukla işaretlenmiş her duygu durumu türlü yöntemle alt etmeye çalışan bir kurgusu yok Ferrándiz kitaplarının. Acı tecrübelerden doğan ya da onlara kapı aralayan, hayatın bir dönemine atfedilen, yüksek sesle dile getirilmesi güçsüzlük alameti sayılan, üstüne basılıp geçilen, yan gözle bakılan, sanki hiç orada olmamış gibi yok sayılan duygularla işi, insanca olanla. Korkmanın, kendine güven duymamanın, çakılıp kalakalmanın, bunalıp durmanın anlamlarına onlardan bir an evvel kurtulmak için değil, onlarla tanışmak için bakıyor. Tanışarak, tanıyarak, konuşarak özgürleşmek için.



Yazarın ilk kitabı Malena’nın Aynası’ndan söz ederken şöyle demişim: Çizgilerine vurulduğum, öyküyü okumayı ertelediğim kitaplarla karşılaştım elbette ama Malena’nın Aynası gibi ilk andan konuşmaya başlayanına çok da aşina değilim. Kesinlikle yaşı olmayan bir kitap bu. Kendi sesinden yorulan okura soruyor: Sahi kendi sesini hiç duydun mu daha önce? Dünyanın sözü, ezberi, yargıları; ezeli yüklerimizin açmazında sağa sola savrulan ve tanışmaya fırsat bulamadığımız suretimizi aynaya davet bu. Kuşkusuz zor, biraz acı verici hatta, ama nasıl da özgürleştirici. Bazı kitaplar uzun yolculukların sözünü taşır, dilerseniz buna ‘çocuk kitabında felsefe’ dersiniz, dilerseniz ‘hayat dersi’ ya da ‘bir yüzleşme fırsatı’. Malena’nın Aynası, işte o kitaplardan biri.



Pupa’nın Paltosu hakkında söyleyeceklerim de bu satırların tekrarı olacak büyük ihtimalle, öyleyse sözü uzatmanın anlamı yok. Yaşsız bir duygudaşlık öyküsü, bir özgürleşme anlatısı bu kitap bence. Çizimlerin metinle bütünleşmesinden de söz etmeyeceğim çünkü bu kitabın metni çizimleri zaten. Elena Ferrándiz çizgileriyle konuşmayı seçiyor. Malena’nın Aynası’nı gördüğüm günden beri hayranım ona. Şahane bir çizer olduğu için değil sadece, resimli kitap dünyasının egemen anlatılarına meydan okuduğu; kasvetli olanın çarpıyla işaretlendiği, kimi duyguların mutlak kötüler olarak sınıflandırılıp alt edilmeye çalışıldığı kavrayışlara karşı böyle içe bakan, karanlıkla tanıştıran özgürlük öyküleri hayal ettiği için en çok. Daha çok görsek kitaplarını, daha çok okusak, daha çok tanışsak duygularla, daha çok özgürleşsek okudukça, diyorum çizdiği her sayfada.

Pupa’nın Paltosu, Elena Ferrándiz tarafından yazılıp resimlenmiş. Miguel, Ö.T.E.K.İ., Çorbadaki Ekoloji ve Malena’nın Aynası’nda da imzası olan Saliha Nilüfer tarafından çevrilmiş. Kitap, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor.