Pek çok okuru, ne yazık ki, önce vedasına dair öyküsüyle işitmiştir Sylvia’nın adını. Ardından merakla Sırça Fanus’u okuyanlar yazarın büyü bozan dili ile tanışır, şiir severler Ariel’i zihnine kaydeder. Kadınların yazma ve yaşama deneyimine dair mirası taşır satırlarında. Bugün, dünyamızdan ayrılışının yıldönümünde, çocuklar için kaleme aldığı öyküleriyle, Kiraz Hanım’ın Mutfağı ile anmak istedim onu.
Yorucu bir günün ardından yatağa gömülüp uyumanın keyfi hiçbir şeyde yok elbet ama düşünün ki, yatağınız o aşina olduğunuz yatak değil artık. Çarşafınız değişmiş, ışığınız başucunuzdan gidivermiş, topyekün dönüşüvermiş her şey. Koca bir başlık eklenmiş olsa ona, yeni yeri de denizaltı olsa mesela, miden kazınırken türlü çeşit ikramda bulunsa sana, hayvanlar geçse üstünden, harfler sonra, şekilde şekle girse yatak, düşten düşe salınsa; ağaçlar arasında bir hamak, uzaya doğru bir roket ya da, iklimlerde gezse yatak büyüye küçüle. Her karesini ezbere bildiğimiz yatağımızı bir düşkonak yapan bu ilk öykünün adı Yatak Kitabı’dır.
Sonraki öykünün adı “Hiç Önemi Yok” Elbisesi’dir ve yedi erkek kardeşin en küçüğü Max Nix’in hayali anlatır. Max köyünü, köyündeki insanları izler. İzlediği insanların her adımında şekillendirir hayalini. “Hayır, şöyle olsun sağı”, “evet, tam da böyle olmalı tepesi” der, “her şarta uygun olmalı” diye de ekler. Düşünür düşünür, aklı fikri bu hayaldedir miniğin. Sonra bir gün postacı çalar kapısını, üzerinde N-I-X yazan bir paketle. Önce baba, ardından her bir kardeşin planlar kurduğu, annenin bolca çözüm üretmek zorunda kaldığı bir gün başlar hanede. Sıra Maximilian’a da gelir mi dersiniz? Merak ediyorsanız fırıncıyı, kuyumcuyu, demirciyi, bakkalı, köyün kedileri ve köpeklerini takip edin, hepsinin hayranlıkla baktığı yöne dönün siz de, orada Max’ı ve harika hayalini göreceksiniz.
Son öykü, Kiraz Hanım’ın Mutfağı’nda geçer. Bu mutfaktan sokaklara her gün türlü çeşit lezzetin mis gibi kokuları yayılır. Komşuları civarın en mahir aşçısının Kiraz Hanım olduğunda hemfikirdir. Bu mutfakta minik aletlerin bile gönlü hoş tutulur, her yardımcı itina ile övülür. Ancak Kiraz Hanım minik lezzet ülkesini avucunun içi gibi bilir görünse de, yıllardan beri ona eşlik eden iki küçük konuktan habersizdir. Bu ikili gün boyu oradan oraya koşturur boylarından büyük görevlerini yerine getirebilmek için. Ve günlerden bir gün, bir ufak değişiklik yapmaya karar verdiklerinde kopar bir büyük şamata mutfakta. Kiraz Bey’in şaşkınlığı, araya karışan minik komşu ikizler ve ellerinde yavru kediler, koşuşturan ütüler, eriyen dondurmalar, söylenen çırpıcılar, heyecanlı makineler. Mutfakta koşuşturan ütüler dedim, duydunuz mu?

Yazar, özenli betimlemeleri ile okurunu Winkelburg çayırından Eskimo evine ışınlıyor, dallarda sallandırıp uzaya fırlatıyor. Sınırsız hayal gücüne sesleniyor, her an aynı olana farklı gözlerle bakmayı öğütlüyor. Kiraz Hanım’la, Max Nix’le tanış ve mutfağında minik adımların izini sür, yatağında deniz yolculuklarına çık, imkansız sanılan hayallerin nasıl da gerçek olabildiğine bir bak diyor. İçinden kediler, köpekler, kutuplar, dağlar, mis kokular geçiyor bu öykülerin.
Sylvia Plath tarafından yazılan Kiraz Hanım’ın Mutfağı, David Roberts tarafından resimlenmiş. İlknur Özdemir’in çevirdiği kitap Kırmızı Kedi tarafından yayımlanıyor.
Bir küçük not: Bu Kitabı Çok Sevdim’de hayvanların herhangi bir biçimde zarar gördüğü kitaplara yer verilmez. “Hiç Önemi Yok” Elbisesi adlı öyküde abilerden birinin av merakı var, Sylvia bu eylemi makul bir gerekçeye dayandırmaya çalışmış. Elbette bugün baktığımız yerden kabul edilebilir değil bu gerekçe. Ancak hem kısacık değinilmiş olması hem de tilkilerin avcıyla dalga geçmesi nedeniyle -ve elbette Sylvia’yı anmak için- kitaptan söz ettim.