Kitaplarda, filmlerdeki kimi karakterler çevresindekilerden keskin çizgilerle ayrılır. Okuldadır, sokaktadır; iş yerinde ya da evde… Herkes gülerken o somurtur, hepsi uyumludur da bir o ayrık otudur mesela ya da iyilik elden ele gezerken onun aklı fikri kötülüktedir. Özellikle bu sonuncunun öylece yerden bitmediğini anlatır bize metin, karakterin yapıp ettiklerini artık aklımızın ermediği yerde hooop diye geçmişe ışınlar bizi kurgu.
Aile bağlarına dönülür sıklıkla, çocukluğa, beklenmedik yara alışlara falan. Peki davranışlarının kaynağında bu türden izler bulamayacağımız ‘bir garip’ karakterler yok mudur hiç? Sevgisini eksik etmeyen, neşeli ana babalar; meraklı, özverili, cesur kardeşler, söylemek istediklerini oyunlarla anlatan bilge aile büyükleri arasında onlara benzemeyen bir oğlan mesela? Vardır, elbette. Ben biriyle çok yakın zamanda tanıştım. Adı, İgor. Hediye Tohum’un kahramanı. Evdeki kimseye benzemiyor İgor. Hele meraklı, sorumluluk sahibi, iyiliksever, neşeli kardeşi koleksiyoner Elena’ya hiç. Maddi olanla ilişkisi çok güçlü, yaşadığı çağdan öğrenmiş olabilir bunu İgor. Sıklıkla bencil, bazen zorba. Zevklerle, merakla, öğrenmekle de pek işi yok. Sabrı sevmiyor, paylaşmaya asla gönlü yok. Tanısanız sevmezsiniz onu, hele ilk sayfalarda.
Günlerden bir gün, heyecanla beklediği onuncu doğum gününde, uzaklarda yaşayan dedesi çıkageliyor. İgor’un günlerdir rüyalarında gördüğü bütün hediye paketlerini toplayıp gidiyor. Ama gitmeden önce ona minicik bir kutu bırakıyor. Minicik bir kutuda, ondan daha minik bir tohum. Hediyelerini geri almak istiyorsa tohuma iyi bakacak, büyütecek, meyvesini görecek. İgor görevlerden nefret eder! İgor sorumluluk sevmez! İgor tohumu değil hediyelerini istiyor! İgor daha önce tohum görmemiş ki! Eh, durum bu olunca tohumu devre dışı bıraktığı binbir plan kuruyor ilkin. Yok, olmuyor, çaresiz büyütecek o tohumu. İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Tohumda bir minik filiz görene dek maceradan maceraya adımlıyor İgor. Gecenin bir vakti tırmanılan merdivenler, son anda fren yapan arabalar, seralarda geziler… En yakın arkadaşı Basile, en yeni arkadaşı Lili, kuzen Paul, elbette kardeşi Elena da bir yerinden dâhil oluyor bu koşturmaya. Oğlan hediyelerini geri almak için tohumu gözlemeye devam ederken sayfalarda tavşanlar zıplıyor, balıklar yüzüyor. İgor’un maceraları nasıl sonlanıyor? Bu kavruk tohumun büyümesi babasının değdiği gibi yıllar alabilir mi? Yeni bir plan kurma vakti geldi de geçiyor mu? Dedesinden hediyelerini geri almanın başka nasıl yolları olabilir? Peki, Ronaldo’nun bu hikâyede işi ne? Okuruna da tohumu gözlerken yanıt aranacak bir sürü soru kalıyor işte böyle.
Hediye Tohum, hep isteyen ama vermeye asla yanaşmayan, kalp kırmaktan çekinmeyen, hatta çoğu zaman bunu yaptığının farkında dahi olmayan, sorumluktan kaçan, hayvandan, bitkiden; doğadan öğrenmekle hiç işi olmayan, eşyayı, ânı, duyguyu paylaşmaktan kaçınan, çok tanıdık bir oğlanın hikâyesi. İgor’un adımlarında da görüldüğü gibi bu türden davranışların kaynağında ayna olan bir yetişkine ihtiyaç yok. İgorlar biraz da çağının mucizesi. Yetinmemenin, hep daha fazlasını, daha iyisini istemenin, ama illa en çok kendine istemenin bir minik örneği İgor. Hâl böyleyken bir başına bırakıp gitmeli mi İgor’u? Sırt mı dönmeli ona, kırgınlıkla? Umut yok mu yarından? Hediye Tohum, işte bu soruların etrafında geziniyor. Umut hep var, bazen küçücük bir tohumda diyenlerin çok seveceği bir öykü bu.
Hediye Tohum, Gilles Abier tarafından yazılıp Elif Kaya Aksu tarafından çevrilmiş. Çağla Yiğit’in resimlediği kitabın yayıncı Uyurgezer Kitap.
Kitabın arka kapağında içinde tohumlar olan minik bir zarf var. Genç okura yazılmış notu da paylaşmadan olmaz: “Ata tohum, insanlığın binlerce yıllık tarım serüveninin günümüze uzanan mirasıdır. Hep birlikte tarımı, tohumu gençleştirmek; geleceğe sağlıklı ve güvenilir gıdalar mira bırakmak dileğiyle… Uyurgezer Kitap.”