Rikimini minik bir oğlan. Küçüklüğünü anlatmak için pekiştirme sıfatlarını art arda dizmeli. Ayaklarının yere değmediği sırasının yanı başında kendisi gibi minik bir ağaç testeresi var. Uçsuz bucaksız, karlarla kaplı bir ormanı arşınlıyor gün boyu; kendisi gibi ufacık bir arkadaş bulmak umuduyla.
O testeresiyle kurumuş dalları kesip doğayla konuşurken içime hüzün çöktü. Rikimini’nin yaşadığı yer de hayli tanıdık; göğe doğru uzanan sivri uçlarıyla üçgen dağlar, yan duvarlarında ince uzun pencereleri olan evler… İşte rüzgarlı gecenin ardından bu bildik manzaraya beklenmedik bir konuk dahil olur. Rikimini ne kadar küçükse konuk da o kadar büyüktür. Rüzgarın bedenine dahil ettiği yapraklarla her zamankinden daha heybetlidir ama Rikimini’nin gözünü korkutmaz hiç. Bizim minik anlattıkça anlatır anlattıkça neşelenir; gün akşama döndüğünde yüzünün de alışılmadık bir konuğu vardır artık: Gülümseme.
Sonuçta arkadaşlık güven duymak, birlikte hayal kurmak ve keşfetmek değil midir? Her gün onun yanına varacağın için heyecanlanmak, her an daha da büyümek, umutlanmak, gülmek ? Bu hikayede aslolan arkadaşlarının da ayı dostla tanışıp miniği zavallılıktan kahramanlığa terfi ettirmeleri değil; dosta bakarken ışıldayan gözlerdir kanımca. Mevsim değişir, anılar yüreklere eklenirken sona erer Rikimini’nin öyküsü. Ve ben kitabın kapağını kapatırken bir kez daha fark ederim ki, işte böyle akla hayale sığmaz dostluk hikayeleri ısıtıyor benim içimi. Yetişkinlerin o kara duvarlarından görünmeyen, büyük büyük lafların yanında yeri olmayacak hikayeler.
Rikimini karlı manzaraya bakarken kurulan hayaller gibi sıcacık bir hikaye, çizimleri de ilkokuldaki resim defterlerinden tanışımız.
Rikimini ve Arkadaşı Ayıcık Marie-Sabine Roger tarafından yazılıp Alexandra Huard tarafından resimlenmiş. Güçlü Özkök’ün çevirdiği kitap Binbir Çiçek tarafından yayınlanıyor.