Yağmurda sokağa çıkılmaz! O duvara tırmanılmaz! O kedi sevilmez! Oraya yazı yazılmaz! Bağıra bağıra şarkı söylenmez! Oradan yürünmez! O ağaca çıkılmaz! Sokakta yüksek sesle gülünmez! O kitap okunmaz! O işe hiç kalkışılmaz! O konuya karışılmaz! Yasaklar, yasaklar, yasaklar ve tükenmeyen kurallar. Normallik ve düzen çağrıları. Çünkü herkes böyle yapar. Neden? Çünkü tüm insanlar bilir ki, … Neden? Çünkü bu kuraldır. Ama, neden? Çünkü bunu saymazsan seni kınarlar. Sanılıyor ki, ne kadar uslu, itidalli, kuralsever, aklıselim sahibi olursak o kadar mutlu olacağız. Çünkü dünyayı koca bir fanusa çevirirsek asla düşüp incinmeyiz değil mi?
İnsan olmak; bir takım ortak paydalarda buluşmayı, bir arada yaşamayı kolaylaştıracak bazı kurallar ve yasaklara riayet etmeyi gerektiriyor. Bu tamam. Ama bu bitmek bilmeyen normallik kalıplarına, olması gereken sınırlarına itirazım var. Normallik başlı başına sorunlu bir kavram zaten. Sorgulamayı, aklına yatmayanı reddetmeyi toplumsal yalıtım yaptırımıyla yok etmeye kadir ‘ bi’şey’. Bu yüzden normallik dayatmasından çocukları nasıl sakınmalı sorusu aklımı çok kurcalıyor. Çocuklar bir diğerinin hakkını gözetmeyi, herkesin yaşam hakkına eşit derecede saygı göstermeyi elbette bilmeli. Bunun sınırları ancak bu durumların neleri kapsadığı tartışmalarıyla çizilebilir. Bunun yanında çocuklar toplumda süregiden yasak ve kuralları, gelenekleri de sorgulayabilmeli; kabul ve reddedebilmeli, kendi varlığı ve kararlarını da ilan edebilmeli.
Çocuklara çizilen kural-yasak listeleri sanıyorum iki kaynaktan besleniyor. İlki, yetişkinin çocuğu toplumsal varlık, ideal vatandaş, mükemmel gelecek neferi olarak yetiştirmeyi kendisinin hak ve ödevi sayması yani hukuki kaynak. Bu, çocuğa toplumsal uzlaşıları sorgusuz belletme, ona ‘normal bir varlık’ olmayı dayatmayı da içeriyor kuşkusuz. Diğer kaynak ise biraz daha duygusal/ korumacı. Doğruluğundan emin olunmayan, zarar görebilme ihtimali bulunan her girişimin çocuğun aklının ucundan dahi geçmesini engellemek. Bu tükenmeyen ama…lar, peki ya..lar bir süre sonra çocuğu titremeden adım atamaz hale getiriyordur doğal olarak. Yetişkine göre, çocukken böyle sıkı sıkı sarıp sarmalanırsa büyünce asla düşmeyecek, hayal kırıklığına uğramayacak, incinmeyecektir. Doğal bir dengeyi korumakla mükellef olduğunu düşünen yetişkin doğal olana müdahalede bulunmuyor mu bunu yaparken? Hem doğruluğu mutlak, kusursuz bir düzenin varlık ve bütünüyle gerekliliğine inanıyor hem de aynı düzenin bir çocuk sokakta yüksek sesle güldü, bağıra çağıra şarkı söyledi diye sekteye uğrayacağına inanıyor yani… Bu basit örnekteki kuralı çocukken bir iyice bellemezse, yarın caddelerde bağıra çağıra koşmaz bence. Zaten çocuk ağaç yavrusu değil onu ıslaklığına göre eğitmek de kabil değil kanımca. İnsan deneyip yanıldıklarından, düşüp doğrulduklarından, sorup öğrendiklerinden, kabul ve reddettiklerinden mamuldür; öyle olmalıdır.
Aslında, yamacından hiç uzaklaşmadık ama olsun yine de hikayemize dönelim. Çevresindeki herkesin geri geri yürüdüğü küçük kerevit (kerevit tatlı su ıstakozu da denilen bir tür deniz kabuklusu bu arada) ayaklarının gövdesinin geri kalanıyla aynı yöne gitmesini istemektedir. Ona göre denizdeki diğer canlıların yürüyüşü doğru olandır ve onlar gibi yürümek için çok çalışması gerektiğini bilse de, yolundan dönmeyecektir. Türlü cefa çektikten sonra istediğini elde eder nihayet ve bunu ailesine göstermeye gelir sıra. Ama neşesine yere çalan tepkilere göğüs germek de varmış bu çabanın kaderinde. Kerevit, boyundan büyük köşe taşlarına basmıştır çünkü; ‘neden?’ diye sormuş, reddetmiş ve doğru bildiği yapmak için çabalamıştır. Süregidene çomak sokmak yerde, gökte, denizde makbul değilmiş anlaşılan. Hayalinin peşinden gitmekte ısrar edince de uzun yolculuklar düşer payına; kimselere yaranamaz kerevit çünkü herkesin değil kendi doğrusunun peşindedir. Direncini kırmaya çalışan, onu yolundan döndürmeye çalışanlar olur, korku salmaya çalışırlar minik yüreğine. Başardılar mı dersiniz? Kerevit yuvasına dönüp tersine adımlamaya devam mı dedi? Yoksa… ‘Yanından cesaretini ayırmadan kendi yolunda yürüyene ne mutlu’ mu?
Küçük Kerevit, Mantova’nın Cüceleri vesilesiyle bolca bulut gönderdiğim Giaani Rodari’nin kaleminden. Viola Sgarbi tarafından resimlenen kitap Can Çocuk tarafından yayınlanıyor ve Tülin Sadıkoğlu tarafından çevrilmiş.
Ne güzel bir yazı olmuş. Ekledim listeme.
Çok teşekkürler. Sevgiyle…