Ah, hayat! Tükenmeyen koşuşturman, tamamlanmayı bekleyen işlerinle bizi ne çok yoruyorsun. Bazen öylesine yılıyoruz ki hızına yetişmeye çalışmaktan, keşke diyoruz bu minik işimi benim yerime halledecek biri olsaydı. Eh, eli değmişken şu derdimi de dinleyip dermanını bulsa; sonra efendim, bir de öteki sorunuma kulak kabartsa. Evet, biz diyoruz bunları, pardon biz değil, Değirmenler Vadisi halkı. Onlar biz değil miydi zaten?
Hayatın kusursuz bir düzene oturmasını, her şeyin mükemmel şekilde çözüme kavuşmasını, tüm isteklerin anında gerçek olmasını isteyen biziz. Bugün burada, yarın orada yaşayacağız. Ama o gün… O gün Değirmenler Vadisi’ndeydik; bir tek düğmeyle olmazları olduran makineler gelmeden önce, birbirine benzeyen kadınlar, erkekler ve çocuklardık. Birbirinin tıpatıp aynı olan makineler her dilediğimizi ayaklarımızın önünde sererken değirmenlerimizin can suyu olan rüzgar vadimizi terk etmiş; bizler fiilden ve fikirden, nihayet hayallerimizden kopmuştuk. Ama birkaç iflah olmaz hayalperest dışında herkes öylesine memnundu ki bu boz bulanık tablodan… İşte bu hikaye, denizlerden dantellerden işlediğini hayal eden küçük terzi Anna ile bulutlarda dans etmek isteyen Bay-Kuş’un, rengini korumakta ısrar edenlerin hikayesidir. Peki hayal etmek bir devi tüy gibi havada süzdürmeye yeter mi? Değirmenler birgün yeniden döner mi?
Değirmenler Vadisi’nin kapağını gördüğüm an “Kiraz! Toz! Sandalye!” diye mırıldandım. Büyük Sözcük Fabrikası’nın çizeri Valeria Docampo’nun saçlarında düşler taşıyan karakterlerinden biri vardı kapakta. Sayfaları karıştırdıkça bu kızın adının Anna olduğunu ve -bir kez daha- düşlerin olmaz denilenleri olduracağını öğrendim. Değirmenler Vadisi, Shaun Tan kitaplarından aşina olduğumuz köşelere dokunuyor. Hem sürekli meşgul olmakla övünen hem de bundan şikayet etmekten yılmayan tükenmişlere, kusursuzlaşma arzusuna, teknolojinin kimi zaman düş gücüne sekte vuruşuna; insanlaşırken insansızlaştırışına… Bugünün insanının dünyasına yani. Ve çağırıyor okurunu, bulutlara, renklere, düşlere.
Değirmenler Vadisi, Noelia Blanco tarafından yazılıp, işlerinin hayranı olduğum Valeria Docampo tarafından resimlenmiş. Gülce Göyçen Karagöz’ün çevirdiği kitap, ABM Yayınevi tarafından yayınlanıyor.