Hep “güzel bir dünya için” diyerek başlıyorum söze. Peki, bu dünya neden güzel değil? Kötülüğün tarihini ezberlemek zorunda kaldığımız için mi? Savaşlar, işgaller… Zaman içinde meydanlardan ekranlara taşınan düşman imgeleri. Bitmek bilmez kahramanlık destanları. Ve bunlar arasında ezilen insanlığımız. Çocukluktan söz etmiyorum bile! Bu seferki kitap tarihimizin kısacık bir dilimden. Özgürlük için cesaretle direnen bir şehirde, savaşın erken büyüttüğü bir çocuğun, Oleg Turyenkov’un hikayesi.
Leningrad kuşatma altında. Nazizm’in kara hayaleti kapkara asılı duruyor şehrin üstünde. Kahramanımız Oleg’in bombardımanlardan sağ çıkabilen diğer çocuklardan farklı bir hayatı yok. Soğuk ve yoksulluk içinde direnerek, büyüyor. Babası şehre malzeme getirmek için çıktığı yolculuktan geri dönemiyor, bu yolculuk ve anımsattığı imgeler Oleg’in kâbuslarına dönüşüyor zamanla. Annesi yetersiz beslenmeden dolayı çok hasta, bu durum minik oğlunu çok kaygılandırıyor çünkü Oleg her gün bu sebeple ölen onlarca insanın cesetlerinin araçlara yüklenip götürüldüğünü biliyor. Yemek almaya birlikte gittiği dostu Nadya’nın ailesi de o arabaya yüklenenlerden. Uzun yemek kuyruklarında karınlarını doyurmaya yetmeyecek çorbalar için bekliyorlar. Ancak her şeye rağmen şanslılar da bana kalırsa çünkü tüm malzemelerin eşit dağıtıldığından emin oldukları bir ülkedeler. Öyle ki, yemekleri dağıtan görevlinin ağzında da yetersiz beslenmeden kaynaklanan yaralardan var; Oleg’in annesinin yaralarından. Kimse kimsenin hakkını tüketmiyor. Biliyorlar ki, şehre fazla malzeme ulaşırsa daha iyi, daha fazla çorba çıkacak ve herkese eşit dağıtılacak.

Annesinin şehri terketmesi için çabaladığı Oleg gitmemekte kararlı; Almanlardan ölesiye nefret ediyor, babasının, evleri başlarına yıkılan komşularının, bir gün varken bir gün yok olan arkadaşlarının hesabını sormak istiyor. En iyi arkadaşıysa Nadya. Nadya’nın kendisine vereceği akla çok güveniyor Oleg. Nadya patates tarlalarının yerini biliyorum diyorsa, biliyordur. Yol çok tehlikeli, hemen dibinde Alman birlikleri var ama Nadya ve Oleg çok cesur, belki de biraz fazlaca. Ve o yolda hiç beklemediği bir şeyle yüzleşiyor Oleg o gün. Çok zor bir durumdayken birkaç Alman askeri tarafından kurtarılıyorlar. Onların uzattığı bir çikolata parçası, her Almanın kötü olmadığını fısıldıyor Oleg’e. İki küçük Rus çocuğu kurtarmak için canlarını tehlikeye atan bu adamlar kötü olamaz, mecburen buradalar. Bunu öğreniyor ve hiç unutmuyor Oleg. Ve kısa süre sonra biricik dostu Nadya’yı kaybediyor. Onun günlüğünden okuyor bu kez kuşatmayı, aileyi, cesareti, Nadya’nın onu ne çok sevdiğini. Aynı günlerde şehirden ayrılması için yapılan planlar bir sonuca, şehrini ve annesini terketmeye razı olmayan Oleg’in inadı da doruğa varmaya başlıyor. Oleg korku ve cesaret, sevgi ve bencillik arasında gidip gelirken bir haber işitiliyor. Birlikler önemli bir mevzi kazanmış, esir düşen Alman askerinin geçeceği sokaklara doğru koşturuyor halk. İşte bu satırları heyacanla okudum, Oleg’in orada yapacakları kitabı tek satırda okutacaktı çünkü. Ve kuşatma altında bir şehirde, her an ölümle yüzyüze yaşayan Oleg, o çikolatada cisimleşen tüm insani duyguların hakkını verdi nihayetinde. Öyle ya, “Nefret içinde yaşamamız gerekiyorsa özgürlüğümüzün bize ne yararı olur?”
Çocuk kitaplarıyla ilgili tartışmalarda sıkça ele alınan sorulardan biri, çocuklara savaştan, şiddetten bahsedilip bahsedilemeyeceğidir. Elbette bahsedilmeli. Burada en önemli mesele çocuk aklına ve çocuk kitabına verilen değer zaten. Çocukları istediğiniz ‘destan’ı övüp, vatan savunması için cepheye sürülecek minik erler olarak mı görüyorsunuz yoksa ona günü, bugün yapan tarihten mi söz etmek istiyorsunuz? Ona değer vererek savaşı ve barışı anlatabilir ya da sakil kahraman/ düşman imgeleri sunabilirsiniz önüne. Oleg Ya Da Kuşatma Altındaki Şehir çocuk aklına, hafızasına saygı duyan bir kitap. O hafızaya kazınan değerlerin ‘insan’ olabilmesinde ne denli önemli olacağının farkında. Kuşatma altındaki bir şehirden ölüm ya da yıkım sahnelerinin de bugün sokakta görebileceklerinden çok daha az yaralayabileceğine eminim bir çocuğu. Kitap, savaş, düşman, cesaret, özgürlük, dayanışma ve eşitlik kavramları hakkında çok değerli, çok insandan yana şeyler söyletiyor kahramanlarına. Betimlemeleri tam ayarında; mekânların, kişilerin zihinde tam olarak canlanmasını sağlıyor ama detaylarda boğmuyor okuru. 10 yaş üzeri herkese hararetle önerebileceğim bir kitap. Sürekli savaş dedim ama Nazizm’in kara destanına karşı verilen bu mücadeleyi savaş sözcüğü altında değerlendirmediğimi de belirteyim. Oleg’in babasının söyledikleri bu konudaki fikrime tercüman olabilir : “Dayanmak zorundayız Oleg. Leningrad’daki herkes dayanmak zorunda. Bizim göstereceğimiz cesaret başkalarına cesaret verecektir.” İyi bir dünyaya umut olsun diye yazıyorum, umut ettirebilenlerdendir onlar.
Oleg Ya Da Kuşatma Altındaki Şehir, Almanlar tarafından işgal edilen ülkesini terk etmek zorunda kalan bir Hollandalı olan Jaap Ter Haar tarafından yazılmış. Çevirmeninin Ersel Kayaoğlu olduğu kitap Can Çocuk tarafından yayımlanıyor.
“İşgal Altındaki Şehirde Bir Parça Çikolata: Oleg” için bir yorum